Kanlı-kansız söylemini siyasetimize sokan merhum Erbakan bu ifadesi ile amacının tahrik etmek değil vaziyeti resmetmek olduğunu söylemiştir ki bugün bizim yapacağımız da aynen şudur.
Evet, soru artık Tayyip Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği değil nasıl gideceğidir.
Tamam demokrasilerde kimin nasıl geleceği ve gideceği kurallarla ortada, lakin Tayyip Erdoğan’ı artık demokrasi sınırları içinde görmek mümkün değildir.
Demokrasinin sadece göstermelik bir sandık tuluatından ibaret olmadığı vakıadır; zira diktatörler de sandıklar kurar ve dahası Hitler bile manipüle edilmemiş sandığın ürünüdür.
Gelinen noktada manzara şudur:
Türkiye Tayyipçi din bezirgânları ile Tayyip karşıtı yurtseverler diye ortadan ikiye bölünmüş ve toplum kutuplaşıp cepheleşmiştir.
Sosyal bölünmeye ilaveten mezhepsel ayrışma alenileşmiş ve bizzat Başbakan Reyhanlı’da 52 Sünni yurttaşımız öldü diyerek bunu resmileştirmiştir. Dahası köprüye Yavuz Sultan ismi verilerek Alevilere karşı açık bir tavır alınmıştır.
Bölünmede üçüncü eksen etnikseldir ve maalesef Güneydoğumuz artık kerhen vatan toprağıdır. PKK’nın isyan için uygun bir konjonktürü beklediği sır değildir.
Evet, Türkiye fiili olarak üç parçaya bölünerek en doğal demokratik hakkını kullanan yığınlara kan ve kin kusulmakta ve de meydanlarda ayakta durarak Mahatma Gandi misali pasif direniş yapanlarla Tweet mesajını atanlara en rezil diktatörlüklerde bile görülmediği şekilde zulüm ve operasyonlar yapılmaktadır.
Açık yazacağım gelinen kan davası ikliminde Tayyip Erdoğan var olduğu sürece barış ve birlikte yaşama artık mümkün değildir. Erdoğan adil şartlarda yapılmayan anti-demokratik on seçimi kazansa bile artık bizatihi kendisi ülke adına tehdittir. Dolayısı ile ya Tayyip gidecek ya da Türkiye bitecektir.