Dini referansları esas alarak, zorla nikah kıyarsanız böyle olur.
Şahsen ben tanıdıkça soğudum.
Sevmedim. Sevemedim.
Artık bu işten şer’i hükümlere göre de kurtulmak zor (!) .
Keşke biz de 3 kez “boşsun” demekle bu adaydan kurtulabilseydik!
Ama olmuyor…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Tanıdıkça seveceksiniz” söyleminin aksine, tanıdıkça sevemedik. Neden mi?
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun lâiklikle ilgili görüşleri, kendisini destekleyen CHP, MHP, DSP ve diğer partilerin görüşlerinden çok AKP’nin görüşlerine yakın da ondan. Hatta İhsanoğlu dini istismar noktasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ı bile sağlamış durumda!
Ekmeleddin İhsanoğlu, Türkiye’yi Afganistan, Mısır, Pakistan gibi devletlerle karıştırmış olacak ki; Çırağan Sarayı’ndaki Cumhurbaşkanlığı adaylığı tanıtım toplantısındaki konuşmasına Türkçe besmele ve Fâtiha Suresi’nin Türkçe mealini okumakla başlıyor.
Fâtiha Suresi’ne; ana hatlarıylaİslâm'ı anlattığı için, "el-Vâfiye" ve "el-Seb'u'l-Mesânî", "ana kitap" manasında "Ümmü'l-Kitâp", "dinin esaslarını ihtiva eden" manasında "el-Esâs" gibi isimler verildiğinden, İhsanoğlu bir şekilde tüm dünya aleme İslâmı tebliğ etmiş de oluyor.
Böylelikle Kur’anı, devlet işleri ile, politikada öncelikli “üstün değer” ve müracaat kaynağı (referans) olarak gördüğünü bütün dünyaya ilan ediyor.
Daha oyunun başı. “Dakika bir, gol bir.”
Bu yaşananları henüz biten 2014 Dünya Kupası futbol maçlarına benzetirsek;
Lâiklik ilkesinin savunanlar şaşkınlık içerisindeler. Kendi oyuncuları göz göre göre kendi kalelerine gol atıyor.
Bunun anlamı şu; Anayasa’mızın başlangıç hükümlerindeki “Lâiklik ilkesi gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı” ilkesi kendi oyuncuları tarafından taammüden (bilerek ve tasarlanarak) ihlal ediyor.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “Kürt Açılımı” konusundaki görüşleri CHP, MHP, DSP gibi kendisini destekleyen partilerin görüşlerinden çok HDP, Demokratik Bölgeler Partisi (Eski adı BDP) gibi ayrılıkçı partilere daha yakın.
İhsanoğlu bir TV kanalında “Kürt Açılımı” ile ilgili soruları yanıtlarken kullandığı; “Biz ne zaman bu asrın başında, 1.Dünya savaşı sonunda yeni devlet, ulus devlet kurduk. O zaman sopa kullanmaya başladık. O zaman sıkıntı oldu.” şeklindeki giriş cümlesi ile Cumhuriyetin kuruluş felsefesini, devrimlerini inkar ederek,ulus devlete olan olumsuz vurgusu ile cumhuriyetin niteliklerini sorguluyor.
Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili Recep Tayyip Erdoğan’ın özür dilemesini de olumlu buluyor. AKP’nin başlattığı “Kürt açılımını” desteklediğini bildiriyor. “Resmi dil” ile “Ana dil” arasındaki farklılığı sanki bilmezmiş gibi, bu iki kavramı bilinçli olarak karıştırmak suretiyle ayrılıkçılara, Kürtçülere şirin gözüken açıklamalar yapıyor.
O da hepimiz gibi oyunun sonucunu, galibini baştan bildiğinden olsa gerek; “Benim sayın başbakanla çok mükemmel bir dostluğum vardır belediye reisliğinden itibaren. Ben AK Parti’nin aleyhinde değilim ki, böyle bir şey yok. Ben AK Parti’nin adayının da aleyhinde değilim. Zaten biz diyoruz ki, oyunuzu istediğinize veriniz. Siz ekonomiden memnunsanız yine gidin AK Parti’ye veriniz, bu gayet basit bir şey.” şeklindeki açıklamaları ile Recep Tayyip Erdoğan’a methiyeler düzüyor.
“Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu”nun herhangi bir Cumhurbaşkanı adayı için değil bizzat Recep Tayip Erdoğan için çıkarıldığını ve kendisinin, ortaya konulanın demokratik ve eşit bir yarış olduğu his ve izlenimini vermek için sahaya sürüldüğünü çok iyi bildiğinden olsa gerek; oynarken diğerleri gibi davranıp hiç olmazsa iki yüzlülük yapmıyor. Söylemlerinde ne idiyse onun gibi davranıyor.
Bu arada kurgulanan plan yavaş yavaş işliyor.
Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de, AKP’den oy çalma derdiyle, ilkesiz ve tutarsız bir siyaset izleniyor. Şimdi de AKP’nin 2007 Cumhurbaşkanı aday adayı süslenip, parlatılarak AKP karşıtı bir çatı adayı olarak önümüze sürülüyor. Böylelikle AKP’ye oy vermeyen seçmen, yine hayalkırıklığına uğratıldığı gibi sonu hüsranla bitecek bir seçime sürükleniyor.
“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma.” sözünde olduğu gibi, İhsanoğlu; AKP’den oy alabilecek bir aday olmadığı gibi CHP, MHP gibi partilerin kemik seçmenlerinin kafaelarında soru işareti uyandıran bir adaydır.
İhsanoğlu çatı adayı gösterilmekle, Atatürkçü, milliyetçi, yurtsever insanlar bir daha bir araya gelemeyecek şekilde bir kez daha ayrıştırılıyor. Hemen hemen aynı dünya görüşüne sahip olanlar Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı nedeni ile bir daha birbirlerinin yüzlerine bakamayacak şekilde birbirlerine ağır ithamlarda bulunuyorlar.
Toplumun önemli bir kesimi mutsuzluğa, çaresizliğe itiliyor. Psikolojileri bilinçli olarak bozuluyor.
Böylelikle dikensiz gül bahçesinde “Kürt Açılımı”, “Demokratik Özerklik”, “Kıbrıs”, “ Parlamenter Rejim” gibi çok önemli ulusal konular halkın tepkisi olmaksızın pürüzsüz ve sorunsuz olarak çözümlenmek isteniyor.
Bir taşla bir kaç kuş vurmak isteyenlerin oyunları bozulmalıdır.
İşin özü şudur;
Türkiye’de fiili olarak başkanlık sistemi icra edilmektedir. Yasama, yürütme ve yargı organları, medya, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler bu “de facto” duruma seyirci kalmaktadırlar.
Asıl önemli olan konu, Cumhuriyet’in değişmez değiştirilemez niteliklerinin, parlamenter rejimin korunması gerekliliğidir. Bu de facto duruma derhal son verilme çağrısı yapılmalıdır.
Artık, öncelikli olan 2015 Genel Seçimleri’dir. Bu seçimlere birlik ve beraberlik içerisinde güçlü bir şekilde girilmesi ve parlamenter rejime yönelik açık ve gizli ittifakların çökertilmesi öncelikli görev olmalıdır.
10 Ağustos ya da 24 Ağustos’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri, sonucu önceden belli olan, eşit ve adil olmayan anti demokratik bir seçimdir.
Bu oyun bozulmalıdır. Gezi ruhu ile ortaya çıkan Türkiye’nin namuslu, birikimli çağdaş, genç ve dinamik yüzlerinin durumdan vazife çıkartmaları gerekmektedir. Gezi olaylarında ortaya çıkan gerçek Atatürkçülerin, milliyetçilerin, vatanseverlerin artık devreye girme zamanıdır. Siyaseti, halkı aldatma sanatı olarak gören, siyasi partilere çöreklenmiş sözde Atatürkçülerin, milliyetçilerin siyasi partilerden tasfiye edilme zamanları artık gelmiştir.
“Ne yapalım önümüze konulan seçeneklerden en az kötüsünü tercih edelim.” şeklindeki dayatmalar; toplumu zehirleyen, yok olmasına sebep olan anlayışlardır.
Toplum doğruları ancak sorgulayarak ve tartışarak bulur.
Dünyada hiç bir canlı kendini zehirleyeceğini bildiği yiyecek ve içeçek seçenekleri arasında en az zehirli olanı seçenek olarak kullanmaz. Arkasını döner gider.
Türk toplumu böylesi dayatmaları hak etmemektedir.
Geçmişten beri süregelen, toplumu aldatmaya yönelik böylesi yöntemlere ve dayatmalara artık “dur”, “yeter” denilmelidir.
Sonucu belli olan bu oyunun tarafı ve suç ortağı olunmamalıdır.
Yaşananları iyi niyet çerçevesinde değerlendirmek de mümkün değildir.
Unutulmamalıdır ki; “Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşelidir.”