Ulusal gazetelerde yazanlar ve ulusal televizyonlarda program yapanlar kendilerini bayağı akil adam, filozof, yıldız, güneş, öncü, lider falan sanıyorlar ve her gün bir taraflarından cevherlerini döküyorlar. Birisi diyor ki “Silahların susması için, kan dökülmesini engellemek için en büyük engel benim Türk olmam ise, Türklükten istifa ediyorum”. Öbürü de ona nazire yapıyor veya ozanların aşık atması gibi başka bir mani ile karşılık veriyor. “Türklükten istifa etmek yetmez. Beyaz Türklükten istifa edeceksin” diyor.
Yüzbinlerce belki de milyonlarca kişi de bunları okuyor ve feyz alıyor herhalde. Birincisi bu ülkede her yüz değil, bin değil, belki on binde bir Türk bu alim adamların tabirine göre krem rengi Türktür ve sadece yüz binde bir Türk süt gibi, yoğurt gibi bembeyazdır. Kürt vatandaşlarımızın ise maşallah, Allah bereketini daha da arttırsın, her elli kişiden biri veya ikisi krem rengi, her yüz kişiden birisi de ak ve pak bembeyazdır.
Beyazdan neyin kastedildiği malumlarınızdır. Zenginleri, iyi yaşayanları, kral veya vezir muamelesi görenleri ima ediyor.
Rahmetli anam anası Türk, babası Türk bir Türk kızı idi. Rahmetli babam, anası Türk, babası Türk bir Türkoğlu idi. Anneannem, büyük babam, dedem de öyleymiş. Ama onlar zifiri siyah, zift karası, katran karası Türkler idi. Ben de anamın ve babamın oğlu bir Türk vatandaşı olarak kapkara doğdum, kapkara yaşadım ve katran karası olarak gebereceğim.
Türklere bakarsanız, çoğu, hafif beyazlamışları veya ak pak olmuşları, dişleri ve tırnakları ile, alın terleri ile, el emekleri ve göz nurları ile, gecelerini gündüzlerine katarak katran karası renklerini biraz olsun veya tamamen açabilmişlerdir, beyazlatabilmişlerdir. Önemli olan; uyuşturucudan, yasa dışı silah ticaretinden, dolandırıcılıktan, devleti hortumlamaktan, Avrupa ve Amerika fonlarından maaş alarak, seks ve porno ticaretine bulaşarak, kumarhane işleterek, sahtekarlık yaparak beyaz Türk veya beyaz Kürt olmamaktır.
Ben kara gelmiş, kara geberecek bir Türk olarak asla ve kesinlikle Türklükten istifa etmeyeceğim, Türk olmak benim onur ve gurur duyduğum tek sermayemdir. Buna da ırkçılık diyenin, kafatasçılık diyenin aklına şaşarım ve alnını karışlamak isterim. Bu, kültürüme saygıdır, özüme hürmettir, tarihime hayranlıktır, örflerime ve geleneklerime bağlılıktır, insani değerlere sahip çıkmaktır. Yahya Kemal Beyatlının dediği gibi “Ölenler öldü, kalanlarla muzdarip kaldık, kendi vatanımızda hor görülen bir cemaatiz artık” durumunda kalsak da, bütün dünya bana karşı bir araya gelse de ne adımdan, ne soyadımdan, ne milletimden, ne cinsiyetimden, ne vatanımdan, ne toprağımdan, ne bayrağımdan, ne dinimden (gereklerini tam olarak yerine getiremesem de) vazgeçmeye, istifa etmeye hiç niyetim yok.
Bütün ırklara, tüm renkteki insanlara, ne kadar millet varsa hepsine eyvallah ama Türk olmamdan rahatsızlık duyanlar varsa, onların memnuniyeti için, zatı alilerinin paşa gönülleri için Türk olmaktan kesinlikle istifa etmeyeceğim, vazgeçmeyeceğim.
Beyazımızla, krem renklimizle, grimizle, siyahımızla ben milletimi seviyorum. Ama milletimin adam gibi adam olanlarını, hanımefendi gibi hanımefendi olanlarını seviyorum. Karşımdaki vatandaşım ısrarla Kürt olduğunu haykırıyorsa ben o üzülmesin diye Türk olmaktan niye vazgeçeyim ki ? Aklımı peynir ekmekle yemedim ki. Hiç kimse hiç kimse için milliyetinden, dininden, imanından, devletinden, bayrağından ve varsa anasından öğrendiği bir dil ama varsa yani hakikaten anasından öğrenmişse dilinden vazgeçmesin. Ama hiç kimse de vazgeçemediklerimiz için hiç kimseyle kavga etmesin. Kargaya zorla “Ben kartalım” diye bağırtamazsın. Ama hiçbir kartal da kargacığı mutlu etmek için “Ben kargayım” diye bağırmaz. Bu muhabbeti fazla uzatmaya lüzum yok. Öncelikle hepimiz insanız. Bunun bilincinde olmak, Allahın bizi yarattığını bilmek, Allahtan başka ilah ve tanrı olmadığının bilincinde olmak tüm sorunları çözer. Çünkü bunları bilen, bu bilinçte olan insanlar nankör, hain olmazlar, karınlarını doyurdukları sofralara tükürmezler, başlarını okşayan elleri ısırmazlar.
Senden hoşlanmayan adam, sana saygısı ve sevgisi olmayan adam sen insanlıktan istifa edip başka bir mahluk olmaya kalkışsan, hatta kendini minareden atıp ölsen sana olan düşmanlığı yine devam edecektir. Toplumsal kin, nefret, öfke tedavisi mümkün olmayan genetik bir hastalıktır. Ama aynı toplumun tüm fertlerinin bu hastalığa yakalandıklarını söylemek yanlış olur. Gönlü, yüreği, ruhu gayet sağlam olan saygıdeğer çok vatandaşımız var bizim. Doğuda da, batıda da, kuzeyde de, güneyde de var. Rizesporlu, Konyasporlu vatandaşım takımları futbol sahasında on sıfır yenilse bile memleketinin takımını tutmaktan vazgeçmiyor da ben Türk olmaktan niçin vazgeçeyim? Bütün dünya sırtımıza çullandı, ensemize tokat attı, ağzımızdaki lokmayı kaptı, ordumuzu dağıttı, silahlarımıza el koydu, erimizden generalimize kadar askerlerimizi terhis etti, bütün topraklarımız işgal edildi, iç isyanlar bugünkü lig maçlarından daha fazlaydı. Biz yine de Türk olmaktan istifa etmedik.
Ama Türk olduğunu söylemeye utanan veya korkan insanlarımız o zaman da çok idi, bugün de pek çok. Aslında insanın siyahı, beyazı, sarısı, kızılı olmaz. Kendisini yaratan Allahtan ötürü her insan muhteşemdir ama eğer insan olduğunun farkında ise. İslam Peygamberimiz Muhammet Mustafa (Ruhuna selam ve hürmet olsun) ne Arap olmaktan, ne de Kureyş kabilesinden olmaktan vazgeçmedi, istifa etmedi. Ama “Arapın başka milletlere, başka milletlerin de Araplara üstünlüğü yoktur. En üstün insan Allaha en çok iman eden ve en hayırlı yaşayan insandır” demiştir veda konuşmasında . Mustafa Kemal Atatürk (Allah inşallah mekanını cennet eyler, ruhuna selam ve hürmet olsun) “Ben çocukluğumda karga kovalayan bir karga çobanıydım, hiçbir üstünlüğüm, olağanüstü çocukluğum olmadı, en büyük şansım Türk olarak doğmamdır” dediyse, şimdi biz Türk olanları horlayanlar, hakir görenler, aşağılayanlar memnun ve mesut olsunlar diye Türk olmaktan istifa mı edeceğiz?
Eden etsin! Ben Son Mohikan, Son Apaçi, Son Samuray gibi Türk olarak yaşamaya devam edeceğim. Alman, İngiliz, Fransız, Kürt, Ermeni, Amerikalı, Çinli, Rus, Sırp, Rum, İtalyan, İspanyol olarak yaşamak bu devirde hem çok kolay, hem de çok avantajlıdır. Asıl mesele, zor olan, tehlikeli olan, heyecanlı ve riskli olan Türk olarak yaşamaya devam etmektir. Bunu yabancı ülkelerde yaşayan Türkler çok daha iyi bilirler. “Harp müdafaa maksatlı olarak zaruri değilse, bir cinayettir” diyen Atatürk, Türk olmaktan hep memnuniyet duyduysa ve üniformasından, yetkilerinden, canının güvenliğinden vazgeçip yepyeni bir Türkiye kurduysa, bunu aziz milleti Türklükten istifa etsin diye yapmadı.
Türk adı tarihin karanlıklarında kaybolmasın diye bunca şehit verdik, ey ahali. Kimse istifa etmesin sakın. Şehitlerimizin ruhlarının yarın ahirette istifa edenlerin yakalarına yapışacağına ve onlardan davacı olacağına ben kesinlikle inanıyorum. “Dürüst, temiz, onurlu, Allaha ve onun yarattığı alemlere ve alemlerin canlı, cansız ama hayırlı olan tüm sakinlerine saygı ve sevgi duyan insanlar hangi milletten olursa olsun beyaz insandır” diyerek bu insan renkleri muhabbetini noktalayabiliriz. Bu kapsamda beni ve kardeşlerimi dünyaya getirenlerin ve onları dünyaya getirenlerin ve şahsımın fazla kara, zifiri kara, katran karası, cehennem kömürü renginde olduğumuzu düşünmüyorum. Çok şükür.
Ama yaşam standardı olarak biz hiç akça pakça olamadık. Hep kara kuru idik, hep karanlık ve siyah idik, hep katran gibiydik, zift gibiydik. Yine de Allahtan başka kimseye minnet etmedik. “Bak beni! Bak bizi!” diye devlete, dolayısı ile millete yük olmadık. Kimseye en ufak bir yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yapmadık ve hele hele “Doğduğu kent mübarektir, belediye başkanlığı yaptığı şehir mübarektir, milletvekili seçildiği şehir mübarektir” diyecek kadar yalakalığın suyunu, mıcırını çıkartanlarla da hiç işimiz olmadı.
Gelecekte bir gün Türkiye Cumhuriyeti yasalarında “Ben Türküm” demenin suç olacağı ve diyenin mahpushaneye atılacağı veya dilinin kopartılacağı yazılırsa o takdirde ben Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan veya Türkmenistan Devletlerinde yaşamak için o ülkelere iltica edeceğim. Çünkü bu ülkeleri en az kendi vatanım kadar asli vatanım kabul ettim, ediyorum, edeceğim. Oraların hükümetleri gelecekte bir gün beni bağırlarına basmasa bile, oraların halkları beni kesinlikle bağırlarına basacaklardır. Bugünkü tarih itibarı ile “Ne oldum değil, neydim, ne oldum, ne olacağım demeli” atasözünün derinliğini anlayacak kadar, tam 55 sene yaşadım. Kahramanların, madalya vermemiz gerekenlerin, şükran ve minnet duymamız gerekenlerin mahpus damlarına atıldığı; hainlerin, bölücülerin, katillerin itibar, hürmet, olumlu ilgi gördüğü bu alemde seyreylediklerimiz yoksa sadece bir kabus mu? Kim beyaz, kim siyah Allah bilir, ama gördüklerimizi, duyduklarımızı, yaşadıklarımızı vicdanımızdaki, ruhumuzdaki, yüreğimizdeki boya test merkezlerinde test edersek, ölçersek, tartarsak, biçersek eğer; üzerlerine beyaz plastik boya vurulmuş katran karası, zift karası, şeyini şey ettiğimin şeyleri olduğunu mutlaka anlarız.
Kim Türk, kim Kürt? bunu hiç merak etmedim, ama televizyonlara çıkanların, gazetelerde yazı döşeyenlerin, politika yapanların, adaletin temsilcilerinin, bürokrasi çarklarını çevirenlerin, popüler tiplerin, şöhret sarhoşlarının, ahkam kesmeye bayılan ukalaların neyin nesi, kimin sesi, nasıl akıllara hizmet ettiklerini, vicdanlarının ölçü kabul ettiği değerlerin ne olduklarını hep merak ettim.
Ben tüm dünyadan çok özür diliyorum. Çünkü hem Türküm, hem de Müslümanım, bir de 33 sene Türk Ordusunda denizci üniforması giymişim. Gıyabında Mustafa Kemalin bahriye neferliğini, orta düzeyle üst düzey arası subaylık yapmışlığım falan var. Yani elle tutulur bir tarafım yok. İnandığım, güvendiğim komutanlarım ve silah arkadaşlarım terör örgütü kurmaktan birer birer yakalanıp mahpus damlarına atılırken ben de kendimden kuşku duyuyorum, kendime hesap soruyorum. Terör örgütü nerede? Yoksa bende mi bu örgütün adamıydım? Yoksa “Dağ başını duman almış” marşını ben söylerken ve uygun adım askerlerimin başında çakı gibi yürürken kimseye çaktırmadan ağladığımda, terörist komutanlarım sinsi sinsi gülüyorlar mıydı arkamdan?
Hayır! Ben terör örgütünde değil, peygamber ocağında görev yaptım. Biz cami bombalamadık. Bombalamayı düşünmedik. Düşünenlerle muhatap olmadık. Böyle bir meseleyle, mevzuyla hiç karşılaşmadık. Biz üryan gelip üryan gideceğimizi bilenlerden olduk ve “Allah Devletimize, milletimize, askerimize, polisimize zeval vermesin” diye evimizde, birliğimizde, harp gemimizde, camilerde Allah dediğimiz bir ve tek kudrete el açanlardan, dua edenlerden olduk.