Hükümet gerilimden medet umuyor! Şimdi de karanfillere biber gazı ve plastik mermi sıktılar. Her zamanki gibi olayların arkasında “dış bağlantı” arıyorlar. Zira olaylarda CHP’nin aktif rol aldığı iddiaları pek tutmadı. CHP’liler ise pasif davrandığı için parti yönetimine kızgın… MHP hükümetin emrinde zaten. Buna rağmen, gösteriler durmuyor. Erdoğan’ın ne kadar zor durumda olduğunu bu tablo göstermeye yeter. Kim ne derse desin, Erdoğan’ın Afrika gezisi sırasında hükümet kanadından gelen “Şiddete bulaşmayan göstericiler yurtseverdir”, “İşleri çığırından çıkartan polisin gazlı müdahalesidir” saptamaları, AKP’de ciddi bir çatlak yarattı…
Hazret gelir gelmez, işleri tersine döndürdü!… Daha önce Ergenekon tertibini protesto edenler için kullandığı “marjinal-terörist” sıfatını, şimdi Taksim Gezi Parkı Direnişi’ne katılanlar için kullanmaya başladı. Aklınca gösterilere katılanların sayısını azaltacaktı. Tam tersi oldu tabi. Halk yine alanları doldurdu. Başbakan’ın “evlerine zorla tıktığımız yüzde elli var” diyerek, iç çatışma çıkaracağı tehdidini de savurdu. O da yemedi… Göstericiler için son olarak; “Camide içki içtiler, Ankara’nın ortasında bayrağımızı yaktılar, kucağında 6 aylık çocuğu olan gelinimi tartaklayıp, üzerine işediler!?” yalanına başvurdu!? Allah’tan bu sözlerine AKP’ye destek verenler dahil kimse inanmadı!.. Anlaşılan, “iki kişiden biri” Başbakan’ı dinlemiyor artık!
Başbakan’ın, Gezi Parkı’ndakiler için “Her durum orada meşru, büyük abdestlerini de orada yapıyorlar…” sözleri üzerinde, neyse ki, kimse fazla durmadı!.. Başbakan’ın “ durum” sözcüğü ile neyi kastettiğini çok iyi biliyorum!.. Ne de olsa bu ülkenin Başbakanı, dost var düşman var, o nedenle onu demiyorum!..
AKP sonunda gösterilere karşı gösteri, kartını da ileri sürdü. Erdoğan’ın, “10 bin kişiye karşı 1 milyon kişi toplayabilirim” sözlerinin palavradan ibaret olduğu; Sincan, Kazlıçeşme ve Kayseri mitingleri ile ortaya çıktı… AKP’ye oy veren türbanlı kızlar, beklendiği gibi 4 çeker ciplerinden inip, bu mitinglere iştirak etmediler. AKP’li delikanlılar da işadamıydılar; işleri başlarından aşkın olduğu için Erdoğan’ın peşine düşemediler… Çünkü, hepsinin de kaybedeceği bir şeyleri vardı!.. Kaybedecek bir şeyleri olmayanlardır Taksim’dekiler!..
Bu arada dikkatimi çekti; acaba Abdullah Gül, neden mesajlarını Rize’den, Recep Tayyip Erdoğan ise Kayseri’den veriyor?… Bayram değil, seyran değil, Abdullah Gül’ün Rize’de ne işi olabilir? “Hiçbir devletin şiddete müsaade etmediğini” söylemek için illa da Rize’ye mi gitmek gerekiyor? Acaba Gül, bu konuşması ile “devlet”i öne çıkartıp, Gezi Parkı direnişçilerini linç etmek isteyen Rizelileri mi uyardı?..
Merak etmeyin, Başbakanın karşı karşıya getiremediği halkı, “Rize Dükalığı” karşı karşıya hiç getiremez!..
2) Bu faturayı da polisler ödeyecek?
Hedef göstererek, gaz fişeğini ateşleyen gecekondu kökenli polis memurlarına ne demeli? Gezi Parkı Direnişi’ne destek verenlere “orantısız güç kullanma” ile başlayan şiddeti; giderek “insanlık dışı muameleye” dönüştürdüler!.. Sonunda faturanın, kraldan fazlı kralcı kesilen ve iktidarın gözdesi olmaya çalışan bu polis memurlarına çıkacağı kesindir!.. ABD’de eğitim görmüş Emniyet İstihbarat Dairesi’nin başındaki amirleri, şimdi neredeler ve hangi görevi yapıyorlar? En gizli ve önemli görevleri yapan bu zatlar, makamlarını bile koruyamadılar. Bu kadar kör olabilir mi insan? Bu çıplak gerçeğin karşısında; binlerce işsiz lise mezunu arasında iş bulabilen ve başka hiç bir vasfı bulunmayan, arkasını dayayacağı bir dayısı da olmayan bu sıradan polis memurları, yerine getirdikleri “hukuka aykırı emirler” sonucu işlenen suçlardan nasıl korunacaklar? Yaşadığımız deneyimler gösterdi ki, siyasilerin isteklerini yerine getirirken, yasaları çiğneyenler, eninde sonunda yalnız kalmaya ve hesap vermeye mahkumdurlar!.. Çünkü bu emirleri veren siyasiler, kendilerini kurtarmak için öncelikle onları suçlayacaklardır!..
Halka hizmet yerine, siyasete hizmet edenler, belki geçici bir süre içerisinde avantajlı bir konum elde edebilirler. Ne var ki, kısa süre içerisinde kullanılıp atılan mendil durumuna düşecekleri tartışmasızdır. Zira hiç bir iktidar sonsuz değildir. En güçlü iktidarlar bile, günü geldiğinde çekip gitmek zorundadır!.. Kalıp hesapları verecek olanlar sıradan memurlar olacaktır. O halde sığınılacak yer, siyasi iktidarlar değil, daima hukuk olmalıdır… Bu nedenle de TOMA’lı ve akrepli polisler, hukuku hukuk olmaktan çıkartmamalıdır!..
Çok şükür, devlet gibi vatandaş da teknolojiden yararlanmaya başlamış. Artık, hedef gözeterek gençlere ateş eden gaz tüfekli polislerin görüntüleri, basın mensupları gibi göstericiler tarafından da kayıt altına alınıyor! İktidarın zora düştüğü an, polis memurlarını feda ederek kendini koruma altına alacağı sır değil… Kanıtlar herkesin elinde var artık. Eskiden olduğu gibi, deliller kayboldu veya görüntüler bozuldu mazeretleri ile kurtarmak olanaksızdır…
3) Kendini aşağılatan tuhaf bir milletiz!
AKP destekçisi bir gazeteci; “Başbakan aşağılanmış bir kesimi temsil ediyor” demiş… Zaman zaman benzer sözleri Başbakan da etmiş. “İmam-Hatipli olduğumuz için bizi aşağıladılar” sözlerini defalarca söylemiştir… Bütün bu söylemin hedef kitlesi, hiç kuşku yok ki, kendilerini “aşağılanmış” hisseden kesimlerdir… Bunların sayısal tutarı, kayda değer olmalı ki, Başbakan en kritik anlarında bile, bu kesime mesajlar göndererek, onları çantada keklik durumuna getirmek istiyor!.. Şimdi size esaslı bir soru: Ülkemizde nerdeyse 60 yıldır kesintisiz olarak iktidar olan sağ görüşteki siyasi partiler olduğuna göre, kendilerini aşağılanmış kabul eden kesimleri, kim aşağılamış olabilir ki!.. Asıl aşağılık davranış; dayandığı kesimi aşağılayıp, sonra da bu durumdan “mağduriyet” çıkartarak istismar etmektir!..
4) Bağımsız Türkiye 60 yılda ne hallere gelmiş!
Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, “Bunlar ABD senaryosudur. Apolitik gençlik politize edilmiştir” demiş… Pardon ama, AKP kimin senaryosuydu acaba? Ergenekon tertibini kimler planlamıştı?..
Başbakan, Kayseri’de düzenlenen “Milli İradeye Saygı” mitinginde yine saygısızlık yapmış! Yardımcısı Arınç’ın, yurtsever olarak nitelediği, Taksim Gezi Parkı Direnişi’ni destekleyenlere “kukla” ve piyon” demiş… Gören Allah için desin, AKP’nin MYK toplantısı sırasında, ABD elçisinin genel merkez binasına gelerek, talimatlar vermesini içine sindirenler ve iç işlerime karışıyorsunuz sitemine karşılık, “Bu içişlerine müdahale değildir, aynı klubün üyesiyiz, uyarılarımızı yapmak hakkımızdır” sözlerine karşılık sesini yükseltemeyenler, kukla veya piyon değil de direnişçiler mi piyon oluyor?…
5) “Bağımsız Kürdistan” ve Y-CHP !
Apo’nun direktifi ile AKP’nin himayesinde Diyarbakır’da gerçekleştirilen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm” adlı konferansın sonuç bildirgesinde: “Kürdistan halklarının kendi tercihleri ile statülerini (özerklik, federasyon, bağımsızlık olarak) belirleme hakkına sahip olduğu, Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması üzerine ortaklaşılan bir ilke olduğunun kabul edilmesi ve Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır” denmektedir…
Bu sözleri ilk defa duyuyor değiliz. PKK’nın izlediği siyaset; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne endekslidir ve nihai hedefleri, topraklarımız üzerinde “Bağımsız” bir kukla devlet kurmaktır. Bu nedenle de Kürtlerin, ABD’nin talimatlarına göre hareket etmesini kanıksadık. “CHP’nin bu proje içerisinde yeri neresidir?” sorusunun yanıtı parti programında yazılıdır. Programa göre, CHP üniter devletten yanadır. Parti yönetimi, BDP’liler tarafından ele geçirildikten sonra, ne parti programını değiştirmişler ne de programa uygun söylem geliştirmişlerdir!.. Yukarıda özetlenen “karara” karşı, Y-CHP’nin söylediği bir tek sözcük yoktur… Y-CHP, sanki böyle bir konferans yapılmamış ve bu karar alınmamış gibi davranarak kimi aldatmaya çalışıyor?..
Gündem böylesine önemli konular ile dolu iken, MYK’da Taksim Gezi Parkı eylemlerine katılan gençlerle “diyalog” kurma yollarını belirlemek için bir “Gençlik Çalıştayı” düzenlenmesi tartışılıyor!.. Gençleri kazanmak için ciddi bir girişim yok tabi… Varsa yoksa kasaba politikacığı ve oy avcılığı!.. Akıllarınca “çalıştay” ile direnişçi gençleri, CHP’ye monte edebilecekler… CHP Gençlik Kolları, Gezi Parkı Direnişi’nin neresinde yer aldı da şimdi o gençler, CHP Gençlik Kolları’nın peşine düşecekler?.. Anlaşılan Bay Kemal, orantısız zeka ile hiç karşılaşmamıştır!..
CHP’nin Gezi Parkı eylemlerine kurumsal anlamda bir katkısı olmamasına rağmen, Başbakan “Ama ana muhalefet de bunun hesabını verecek. Yeri gelince onun da hesabını soracağız” diyerek, “duran adam” eylemleri ile bile CHP’yi ilişkilendiriyor… Bu kadar harika bir fırsatı Y-CHP’nin korkak, pısırık ve çapsız yönetimi maalasef değerlendiremedi… CHP bu eylemleri, -suç teşkil eden münferit olaylar hariç- ana ekseni itibariyle iktidara karşı bir başkaldırı olarak kabul edip, sahiplenmelidir!.. Varsın bu nedenle iktidar ana muhalefeti suçlayıversin… Ancak o zaman, CHP kitlelere güven verebilir ve iktidar alternatifi olduğuna halkı inandırabilir… 6) Bağımsız yargı sizlere ömür !
Başbakan, “Yargıdan da üzerine düşeni yapmasını bekliyorum” diyerek, habire yargıya talimat yağdırıyor!.. Bu arada Gezi Parkı Direnişi ile ilgili “yürütmenin durdurulması kararı”nı veren İstanbul İdare Mahkemesini de fırçaladı hazret!..
Ne yalan söyleyeyim; yıllardır içerisine girmek için olmadık tavizler verdiği Avrupa Parlamentosu‘nun “kararını tanımıyorum” demesi, bayağı bir hoşuma gitti!.. Aynı resti ABD‘ye de çekse, bu sefer oyumu ona verebilirim!..
7) Demokrasi sadece “sandık” değildir!
Demokrasiyi “sandık” sananlar; Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da sandıkların gelmesini beklemeden meşruiyetini yitiren iktidarları devirdiler! AKP’liler de bu eylemlere var güçleri ile destek olmuşlardı. Hatta Başbakan, Tahrir Meydanı’nda Araplara “Laiklikten korkmayın” öğüdünü de vermişti! “ Demek ki, iktidar sadece “sandık” demek değilmiş!. “Meşru” da olmak gerekiyor!..
İktidarlar, vazgeçilemeyecek bazı temel hak ve özgürlüklere dokunmakla meşruiyetlerini kaybedebilirler… Kendileri gibi düşünmeyenleri cezalandırmaya kalkışmaları halinde de durum aynıdır!.. Bunları birinin Başbakana anlatması gerekir!..
Yaklaşık bir aydır saha dışında duran Kılıçdaroğlu, ne işe yarayacaksa Abdullah Gül’den “liderler zirvesini” toplamasını rica etmiş!.. Gül, Kılıçların efendisini bu defa da ciddiye almayıp reddetmiş. Yapay zirvelerle kendini “lider” olarak kabul ettirmek isteyen Kemal Bey’in, bu süreçte karizması fena halde çizilmiştir!.. CHP’de lider olarak kalabilmek için böyle günlerde sokağa inmek gerekir. Ancak o zaman ana muhalefet, sokaktaki muhalefete söz dinletilebilir ve kontrolü ele alabilir!.. “Hükümet istifa” sloganının önüne geçip yürümek, Abdullah Gül’e yalvarmak kadar kolay değildir. Yürek ve inanç ister!.. Yeni evlenen çiftlerden yeni “çapulcular” beklemek siyaset üretmek değildir!..
Bu dönemde CHP’nin delegasyonu kurbağa kazanında hareketsiz kalınca, ana muhalefet liderinin istifasını istemek Erdoğan’a kalmış!.. Hükümet ise, halkın “istifa” çığlığını duymuyor artık. İş sokakta tencere, tava çalınmaya kadar dayanmış! Anlayacağınız her kesim birilerinin istifasını istiyor. Bir tek Kılıçdaroğlu istifalar olsun istemiyor. Başbakanın üslubunu yumuşatması, onun için yeterli. Anlaşılan hükümetin istifasından sonra oluşacak yeni yapıda, kendine bir yer göremiyor!..
Taksim Gezi Parkı eylemlerini bastırın talimatını verenin Abdullah Gül olduğunu, birinin Kemal Bey’e hatırlatması gerekiyor. Biliyorsunuz Kılıçların Efendisi, bu gerçeğe rağmen, Gül’ün açıklamalarını “sağ duyunun sesi” olarak göstermişti!.. Taksim’e ana muhalefet partisinin lideri sıfatıyla çıkamayan ana muhalefetin lideri, yurttaş olarak çıkmak zorunda kalmıştı. 11 milyon seçmenin oyunu alan bir partinin genel başkanı, her gün eylem yapılan sokaklarda Tuncelili “yurttaş” Kemal olarak dolaşamamalı!.. Böyle kritik günlerde, CHP’nin Genel Başkanı olmanın bir sorumluluğu vardır: Genel Başkan, kendi yüreğinin kabuğunda, eşinin kocası ve çocuklarının babası olarak yaşayamaz!.. Önder, adını aldığı yerde yürüyerek kendini kanıtlar!..
Y-CHP, MYK toplantısında aldığı kararla; siyasi partilerin miting yapmamasını ve tansiyonun düşürülmesini tavsiye ediyor ama AKP lideri Erdoğan, devletin ve yerel yönetimlerin tüm olanaklarını kullanarak miting üzerine miting yapma kararı alıyor!..
Sanki, ana muhalefetin elinde, halka gerçekleri söylemek için miting yapmaktan başka olanak kalmıştır!.. Kılıçların Efendisi, iktidarın zayıflamasını, hatta düşmesini istemiyor galiba!.. Yoksa CHP iktidara gelmiş de bizim mi haberimiz olmamış?…
9) Referandum bir aldatmacadır !
Gezi Parkı için hükümetin “referandum” ya da “plebisit” önermesi, Türk halkına çantada keklik muamelesi yapmaktan başka bir şey değildir!.. Zira temel hak ve özgürlükler üzerinde “referandum” yapılamaz! Aksi halde, “iki kişiden biri”nin oyu ile çoğunluk sağlanabilir ve vazgeçilmesi dahi olanaksız bulunan temel hak ve özgürlükler, bu hataya kurban edilebilirler!..
Demokrasinin temel kuralı; azınlıktaki görüşlerin kendini ifade edebilmesi ve bir gün çoğunluk görüşü olarak iktidara gelebilmelerinin önündeki bütün fiili ve hukuki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. 2010 Anayasa Referandumu ile Türk halkının başına gelenler, bugün yaşadıklarımızdır. Sırası geldiğinde, hükümeti denetleyecek olan yargı, hükümetin emrine girmiştir. Aynı şekilde, hükümet, yasamayı da kontrolü altına almıştır… Doğal olarak demokrasiden uzaklaştırmıştır…
Ne yazık ki, Türk halkı, 2010′da Anayasa Referandumu’na verdiği “evet” oyu ile böyle bir sonucun ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Halk, bugün yaşadıklarımızı o gün öngörebilseydi, hiç o anayasa değişikliklerine “evet” der miydi?..
Satın alınmış bir medya ile yapılan tek yanlı propaganda sonucunda halk kolaylıkla aldatılabilir. İşin içerisine bir de duygu sömürüsü girdi mi, istismar daha da kolaylaşır. Nitekim, cahil bırakılan halkımız her zaman aldatılmıştır ve önünü göremediği için de “hayır” diyeceği hususlara “evet” demek zorunda bırakılmıştır!..